Günümüzde oldukça takdir gören ilginç eserleri ile dillerden düşmeyen değerli sanatçı ve ressam Yeşim Kale’nin yeni kitabı “Hikayelerin Prensi” raflarda yerini aldığından beri okuyucularından beğeni toplamaya devam ediyor.
Kitabın içeriğindeki birbirinden özel sekiz hikayenin adeta her birinin dizi senaryolarına konu olabileceğinin altını çizen Yeşim Kale, VipTurkey okuyucuları için çok özel bir röportaj verdi.
Yaşadığımız deprem felaketinin sanatına nasıl yansıdığını konuştuğumuz, Türk kültürünün sanata olan yaklaşımını yorumladığımız ve yeni kitabı ile alakalı merak edilenleri öğrendiğimiz röportajımız sadece okuyucularımıza özel…
Yeşim Hanım, “Hikayelerin Prensi” adlı ikinci kitabınız çıktığından beri yoğun bir ilgi ile karşı karşıya.Öncelikle öğrenmek istediğimiz ise ikinci kitabınızı yazma fikri nereden doğdu? “Hikayelerin Prensi”nin ilham kaynağı nedir, öğrenebilir miyiz?
İlk kitabım “Sultanların Aşkı”nı 2011’de çıkarmıştık. Sonra ben babamın ölümü, kendi içime dönüş yolculuğu, meslek pratiğimi bırakma, tasarım ve sanat eğitimlerimi alma derken yazdığım halde kitap çıkarmadım. Aslında elimde tek tek farklı zamanlarda yazdığım hikayelerim vardı ve ‘şimdi zamanıdır!’ diyerek bir hikaye kitabı çıkardık.
“Hikayelerin Prensi” kitabın içindeki sekiz hikayeden birinin adı… Kendi hayatımda bazı yaşanmış olayları kurgu yaparak birleştirdiğim bu hikayeyi çok sevdiğimden, kitabın isminin bu olmasına karar verdim.
“Hikayelerin Prensi” içeriği ile okuyucularını adeta fantastik ve göz alıcı bir dünyaya ışınlıyor. Peki, kitabın içeriğini bir de sizden dinleyebilir miyiz? Okuyucular sayfalarda nelerle karşılaşıyor?
Kitapta sekiz hikaye var. Genellikle yaşanmış hikayeler… Ben, bunları günümüzde yaşandığı halde, bazı fantastik kurgularla geçmişe ve geleceğe taşıdım. Amacım, gerçek hikayeleri yaşayanların kimliklerini ve mesleklerini saklamaktı. Çünkü benim için kişilerden ziyade öğüdü olan hikayeler önemlidir. Tüm hikayelerde de kurgulanmış gerçek hikayeler vardır. Yaşlı Bilge ve Deniz Kızı, aslında bir entellektüelin ve genç bir kadının gerçek hikayesi olmasına rağmen, kavuşulmayan ama aşkın iletimsel halidir. Böylece geçmişte yaşanmış bazı hikayelerle derlenmiş soyut bir zamanda geçen kurgu bir hikaye çıktı.
Evlilik Çıkmaz Bir Sokak, bugünkü elit yaşamın içinde bir aşkı anlatan hüzünlü bir hikayedir. Aslında her biri bir dizi senaryosuna konu olabilecek sekiz hikaye…
Kitabın kapağında ise yine sizin yaptınız bir sanat çalışması yer alıyor. Bu da kitabı çok daha sanatsal bir yere taşıyor diyebiliriz. Bu konuyla alakalı çevreden aldığınız tepkiler nasıl oldu?
Çok beğenildi. Kapak orijinal bir resim olduğu için daha çok ilgi gördü. O resimde de gizli bir sevda hikayesi var. Kitabın genel yapısına uyduğunu düşünüyorum.
Yeşim Hanım, geçtiğimiz haftalarda meydana gelen Kahramanmaraş merkezli deprem ülkecek hepimizin derinden sarsılmasına yol açtı. Siz bu süreçte yaralarınızı nasıl sardınız? Bu sürecin sanatınıza yansıyışı nasıl oldu mu?
Beni çok etkiledi. Hala melankoli ve hüzünlü bir yürekle yaşıyorum. Hayatla ilgili görüşlerimi ve kararlarımı etkiledi. Yaşamdaki amaçlarımızı sorgulamama neden oldu. Şunu anladım ki, afet zamanları tam bir kaos ve hiç kimsenin bir diğerine faydası olamıyor. İstese de… Ancak şu da var ki, deprem sonrasında insanlar ilk şoku atlattıktan sonra büyük bir dayanışma oluştu ve hepimiz tek yürek olduk. Onlara destek olmak için adeta yarıştık.
Ben, ilk anda yaptığım desteğin yanı sıra, bu desteğin devamlılığı için eserlerimin çoğunu bağış olarak çeşitli galeri ve mezatlara satışı yapılsın diye gönderdim. Yardım kuruluşlarına bağışları karşılığında resimlerimi alabilecekler.
Sanatımı nasıl etkiledi? Melankolik renkler kullanıyorum şu ara… Konular da öyle… Fay hatları, yıkılan apartmanlar, insanların yardım çığlıkları, çaresizlikleri, güvensizlikleri ve yalnızlıkları benim ana konularım oldu. Soyut bir resim diliyle anlattım hikayelerini…
Türkiye’nin kültürel olarak sanata yaklaşımı nasıl sizce? Sizin gelecek plan ve hedeflerinizde neler var öğrenebilir miyiz?
Türkiye kültürü, bir Anadolu mozaiğidir. Olmalıdır da! Ancak, henüz sanatçılarımızın çok azı hariç bu kültürle tanışamamış, kaynaşamamıştır. Kültür, yaşanmış hikayelerin sözel birikimidir. Bu sözel birikimi renklerle ifade ettiğimizde sanatımız ortaya çıkacaktır. Milano’da bir müzede, 17. yüzyıla ait bir Konya Karaman kilimi sergileniyordu. Demek ki, kilimlerdeki hikayelerimiz, renklerimiz bize özgü bir sanat olarak kabul edilmiş. Neden resimlerimiz de böyle olmasın?
Bu renkli etnik ve zengin tarihi olan topraklarda pek çok hikaye vardır. Benim planlarım ve hedeflerim, gerek yazarak, gerek renklerle soyut ifade ederek bu hikayeleri anlatmaktır.